30 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen ve ekseriyetle kentleşmenin yoğun olduğu İzmir ilinde yaraları ciddi bir şekilde hissedilen depremin üzerinden 2 yıl geçmek üzere. Deprem her ne kadar İzmir merkezli olmasa da yıkıcılığı bakımından en çok hasarı İzmir’e vermiş olduğunu biliyoruz.
Sadece İzmir’de değil, ülkemizin herhangi bir bölgesinde gerçekleşecek bir depremin, eski bina stokunun fazla olması, çarpık kentleşme, işçilik ve malzeme kalitesinin düşüklüğü, binaların güncel deprem yönetmeliklerindeki standartları karşılayamaması gibi nedenlerle büyük riskler barındırdığı bir gerçek.
Rakamlara bakacak olursak, İzmir Valiliği Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü verileri, il genelinde kesinleşmiş hasar tespit sonuçlarına göre 9.099 adet yapının hasar kaydı bulunduğunu gösteriyor. 2022 yılı verilerine göre ağır hasarlı binaların 442’si yıkılmış, 122’si henüz yıkılmamış ve 68’i ise ağır hasarlı olarak tescilli durumda.
Tablo 1: Kesinleşmiş Hasar Tespit Sonuçları
Tablo 2: Deprem Sonrası Ağır ve Orta Hasarlı Binaların Durumu
Söz konusu tablolardan anlaşıldığı üzere depremin üzerinden 2 seneye yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen henüz yıkılmamış olan ağır hasarlı binaların, toplam ağır hasarlı binalara oranı yüzde 30 mertebesinde. Bu veri, acil ve kontrollü bir şekilde yıkılması gereken binaların dahi henüz tamamının yıkılmadığını gösteriyor. Öte yandan yıkılan bina sayısı az gibi gözükse de hasar alan binaların çokluğu dikkate değer bir başka gerçek.
İzmir Depremi’nden il genelinde en çok etkilenen bölgeler Bayraklı başta olmak üzere Bornova ve Karşıyaka. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’nün Mekânsal Adres Kayıt Sistemine (MAKS) göre İzmir’de yaklaşık 869.000 adet yapı bulunuyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı tarafından paylaşılan veriler, bu yapıların büyük bir çoğunluğunun söz konusu bu ilçelerde yoğunlaştığını gösteriyor. Bu; zaten yorulmuş ve yıpranmış olan eski bina stokunun acilen dönüştürülmesi konusunda kuşkusuz kayda değer en öncelikli veri.
Tablo 3: İzmir’de Bağımsız Bölüm Sayısına Göre İlk 15 Mahalle.
İşte tam da bu noktada 6306 Sayılı ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Tüm maddeleriyle oldukça kapsamlı ve izah edici olan bu kanunun uygulaması, ekonomik trendler, paranın satın alma gücü, enflasyon, arz-talep dengesi ve maliyet kalemleri gibi birçok temel dayanağa bağlı.
Geçtiğimiz son bir sene özelinde, en önemli unsurlardan bir tanesinin maliyet artışları olduğunu söyleyebiliriz. Maliyete inşaai faaliyetler konusundan bakacak olursak; bir yapı inşa edilinceye kadar onun için harcanan değerlerin tümünü kapsamakta. Kabaca demir, beton, çimento fiyatlarının yanı sıra işçilik ücretleri, sigorta primleri, ödenen harçlar veya vergiler gibi birçok kalemi kapsıyor. 6306 Sayılı Kanun’un getirmiş olduğu harç muafiyeti, konut üreticileri ve kat malikleri açısından bir avantaj. Öte yandan yine kanun kapsamında bankalardan kullanılacak kredilerde sene başında 200.000 TL olan tutar, ilk olarak 400.000 TL’ye ardından 02.10.2022 tarihi itibarıyla 600.000 TL’ye kadar yükseltilmiş durumda.
Tablo 4: 6306 Sayılı Kanun Kapsamında Hak Sahiplerince Bankalardan Kullanılacak Kredilerde Sağlanacak Faiz Desteğine İlişkin Karada Değişiklik Yapılmasına Dair Karar Eki
Yerinde dönüşüm faaliyetleri kapsamında kanunun getirmiş olduğu avantajlar, örneğin kat maliklerinin üçte iki çoğunluğu ile karar alınmasının yeterli olması, idari işlemler bakımından dava açma süresinin 30 gün olarak daraltılması, hayati önem taşıyan bu konunun hızlı yürütülmesinin amaçlandığını gösteriyor. Ancak üçte iki dışında kalan maliklerin haklarının gasp edilmemesi için de baştan sona ve özellikle sondan başa doğru bir planlama yapılmasının da gerekliliği aşikâr. Başından sonuna kadar oy çokluğu ile değil de oy birliği ile sürecin yönetilmesi, oluşabilecek mağduriyetlerin kısmen önüne geçebilir.
Bir diğer husus ise mevcut yapıların değeri ile kentsel dönüşüm sürecinden sonra yapılacak olan yapıların değerinin aynı olmayacağının çok net ve açık olmasıdır. Bu yüzden konut üreticileri kadar, kat maliklerinin de ekonomik kar güderek süreci yönetmesi, kentsel dönüşüm faaliyetleri kapsamında aşılamayan kısır döngülerden bir tanesi.
Her halükârda, hiç kimsenin yaşamadığı bir yerde olan deprem, elbette ki bir afet değildir. Deprem riski yüksek bölgelerde şehirleşmeyi bunu hesaba katarak yapmak, maddi ve manevi kayıpları en aza indirebilir. Belki bundan sonra bunu yapabiliriz ama bu zamana kadar yapılanları dönüştürmek için hala zamanımız var mı? Bunu bilemiyoruz. Ama bunun, hayati önem taşıyan ve kâr amacı güdülmemesi gereken toplumsal bir süreç olduğunu çok iyi biliyoruz.
Duis aliquet egestas purus in blandit. Curabitur vulputate, ligula lacinia scelerisque tempor, lacus lacus ornare ante, ac egestas est urna sit amet arcu. Class aptent taciti sociosqu ad litora ade torquent per conubia nostra, per inceptos himenaeos.
Sed molestie augue sit amet leo consequat posuere. Vestibul ante ipsum primis in faucibus orci luctus et ultrices posuere ile cubilia Curae; Proin vel ante a orci tempus eleifend ut.